HIZLIİLETİŞİM 0 212 256 44 01

Ceylan Avukatlık Ofisi

Boşanma Sebepleri

B

oşanma, eşler hayattayken, kanunda öngörülen bir sebebe dayanılarak eşlerden birinin açacağı dava sonucunda evlilik birliğinin hakim kararı ile sona erdirilmesidir. Türk Medeni Kanunu’na göre aile birliği kutsal bir birlik sayıldığından ülkemizde ailenin sona ermemesi-erdirilmemesi öncelikli tercih olarak önümüze gelmektedir. Bu bağlamda, tarafların açtığı boşanma davasında hakim boşanma sebeplerinin var olduğuna kanaat getirmezse veyahut bu sebeplerin boşanmaya yol açacak kadar ağır olmadığını tespit ederse bu halde tarafların boşanmamasına veyahut boşanma yerine ayrılığa karar verebilecektir. Bu sebeple boşanma davası açılırken delillerin somut olması, tanıkların boşanma davası açmaya sebebiyet veren hususlara doğrudan tanıklık etmiş olması ve kendisine boşanma davası açılan eşin kusurunun bulunması önem arz etmektedir. Yine boşanma davasının mali sonuçları bakımından, anlaşmalı boşanma halleri ayrık kalmak kaydıyla, kendisine boşanma davası açılan eşin boşanmaya sebep teşkil eden unsurda kusuru olması önemlidir. Boşanma sebepleri, kanunda özel olarak düzenlenip düzenlenmemeleri bakımından özel ve genel boşanma sebepleri olarak ana iki başlık altında ayrı ayrı incelenecektir. A) Boşanmanın Özel Sebepleri

1) ALDATMA (TMK 161) Aldatma ya da kanun ifadesiyle zina, eşlerden birinin sadakat yükümlülüğüne aykırı olarak evlilik birliği devam ederken üçüncü bir kişi ile cinsi münasebette bulunmasıdır. Aldatma fiili gözle görülmese de, buna yönelik flört ya da yakın ilişkiye ilişkin emareler aldatmanın varlığına fiili karine oluşturabilir. Bu olgular aldatmanın bulunduğuna dair hakime kanaat verdiği sürece hakim boşanmaya karar verebilir.

- ‘‘08.12.2018 tarihli ve 30619 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E. 2018/7 K. sayılı içtihadı birleştirme kararında da belirtildiği üzere; sadakat yükümlülüğünün ihlalinin zina teşkil eden bir şekilde gerçekleşmiş olması özel ve mutlak bir boşanma sebebi olup, aldatılan eş 4721 sayılı TMK’nın 161. maddesi uyarınca boşanma davası açabilecektir. Bunun yanı sıra sadakat yükümlülüğünün ihlali durumunda diğer eşin evlilik birliğinin temelden sarsıldığını belirterek ve TMK’nın 166. maddesine dayanarak boşanma davası açabilmesi mümkündür. Bu nedenle açılacak boşanma davalarında, sadakat yükümlülüğünü ihlâl eden eşten kusur durumuna göre TMK’nın 174. maddesi gereğince maddi ve manevi tazminat istenebileceği gibi, koşullarının oluşması durumunda TMK’nın 175. maddesi gereğince yoksulluk nafakası da talep edilebilecektir.’’ (Yarg. HGK 2017/1432 E. , 2018/1886 K., 11.12.2018 )

  • Aldatma nedeniyle boşanma davası açma hakkı bakımından en önemli husus hak düşürücü sürelerdir. İlgili maddenin ikinci fıkrasına göre, eş boşanma davasını diğer eşin zinasını öğrenmeden itibaren altı ay içerisinde fakat her halükarda zina eylemi gerçekleştikten sonra beş yıl içinde açmalıdır. Beş yıldan sonra dava açma hakkı sona erer.
  • Üçüncü fıkraya göre ise de zinayı affeden tarafın bu sebepten dava hakkı yoktur. Zinanın affedildiğini ispat etme yükü zinayı gerçekleştiren eşin üzerinde olup eylemi öğrenmeye rağmen birlikte yaşamaya devam etme veyahut sözlü şekilde “Affediyorum.” ve benzeri ifadeler affetme olarak sayılacaktır.
HAYATA KAST ETME, PEK KÖTÜ MUAMELEDE YA DA ONUR KIRICI DAVRANIŞTA BULUNMA (TMK 162)

Hayata kast, bir eşin diğer eşi öldürmeye teşebbüsü, intihara teşvik veya yardım etmesi ya da eşin ölmemesi için harekette bulunmaktan imtina etme olarak düşünülebilir. Burada hakimin dikkat ettiği en önemli koşul kasttır. Yani eşinin hayatına kast eden eş, bunu sonuçlarını da bilerek ve bu sonuçları isteyerek yapmış olmalıdır. Hayata kast eden eşin bunu bilerek ve isteyerek yapmasının yani kasti hareketinin yanında ayırt etme gücünün varlığı da aranır. Ancak ayırt etme gücünün kendi isteği ile geçici kaybı yani sarhoşluk hali gibi durumlarda da dava açma hakkı tanınması gerekir.

Pek fena muamele, diğer eşin vücut bütünlüğüne ve sağlığına yönelik her türlü saldırıdır. Bu saldırının tek sefer olması dahi boşanma sebebi olması için yeterlidir. Burada da fiilin kasten gerçekleştirilmesi gerekir.

Onur kırıcı davranış ise eşlerden birinin diğerini küçük düşürmek amacıyla yaptığı haksız saldırıdır.

  • Burada da aldatmada olduğu gibi beş yıllık ve altı aylık hak düşürücü süreler içinde dava açma hakkı bulunmaktadır.
  • Bu maddede sayılan boşanma sebeplerinde unutulmaması gereken nokta, tüm bu fiillerin ayrıyeten ceza soruşturması da gerektirebilecek fiiller olması ve eğer ki cezai bir soruşturma isteniyorsa boşanma davasının yanında savcılık nezdinde şikayetlerin yapılmış olması gerektiğidir. Zira boşanma davası açılması yalnızca tarafların evlilik birliğinin devamı noktasında hukuki inceleme yapılması ve nihayetinde tarafların boşanmasına veya boşanmamasına karar verilmesi sonucunu doğuracak olup cezai soruşturma istenmesi halinde mutlaka savcılığa başvurular da yapılmalıdır.
  • ‘‘Görüldüğü üzere, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranışın gerçekleşmesi ile hâkim tarafından evlilik birliğinin çekilmez hâle gelip gelmediği şartını araştırmaya gerek kalmaksızın, boşanma kararı verilebilecektir. Başka bir deyişle TMK'nın 162. maddesi mutlak bir boşanma sebebi olup bu maddenin üç ayrı boşanma sebebi saydığı söylenebilir. Şöyle ki, madde metninde geçen "hayata kast" ifadesi ile eşini öldürme girişiminde bulunmak, onu intihara zorlamak gibi eşlerden biri tarafından diğerinin hayatına karşı yapılmış acı sonuç doğuran davranışlar kastedilmektedir (Akıntürk/Ateş, s. 249; Dural, M./Öğüz, T./Gümüş, M.A: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, Şubat 2019, s.110). "Pek kötü davranış"; eşlerden birinin diğerine uyguladığı, vücut bütünlüğünü, bedensel veya ruhsal sağlığını bozucu ya da tehlikeye düşürücü davranışlardır. Dövme ve fiziksel şiddet uygulama, evden kovma, aç bırakma, anormal cinsel ilişkiye zorlama gibi davranışlar pek kötü davranışa örnek olarak gösterilebilir. İşlenen fiilin devamlılık arz etmesi zorunlu olmamakla birlikte pek kötü davranış eyleminin zülüm ve işkence boyutunda olması gerekmektedir (Gençcan, s.184). Eski Medeni Kanunu'nda yer almayan ancak 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda düzenlenen "onur kırıcı davranış" ise, eşlerden birinin diğerine hakaret etmek, onu küçük düşürmek amacıyla yaptığı saldırıdır (Dural/Öğüz/Gümüş: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, Şubat 2019, s.111). Ayrıca her türlü onur kırıcı davranış değil, ağır derecede onur kırıcı bir davranışın boşanma sebebi sayıldığı da bilinmelidir. Hemen belirtilmelidir ki, diğer eşin hayatına kast eden veya pek kötü ya da onur kırıcı davranışta bulunan eşin bunu kasten işlemesi ve ayırt etme gücünün bulunması gerekmektedir. Madde de sayılan her üç neden için de, kusursuz olan eşin dava hakkı iki hâlde düşer. Bunlardan biri kusursuz eşin, hayatına kastetmiş veya kendisine pek kötü veya onur kırıcı davranışta bulunmuş olan eşini affetmesi; diğeri ise altı aylık ve beş yıllık hak düşürücü sürelerin geçirilmiş olmasıdır.’’ ( HGK 2017/2420 E. ,  2019/750 K. , 20.06.2019) 
KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ SUÇ İŞLEME VE HAYSİYETSİZ HAYAT SÜRME (TMK 163)

Küçük düşürücü suçların ne oldukları toplumun genel yargısı ve hakimin takdiri ile şekillenir. Yani suçlunun suçundan dolayı mahkum edilip edilmemesi boşanmaya sebep teşkil etmesi bakımından önem arz etmez; ancak bu suç evlilik sürecinde işlenmelidir. Bu suçlara örnek olarak dolandırıcılık, hırsızlık, hileli iflas gibi suçlar sayılabilir.

  • “… Küçük düşürücü suç işlemenin Türk Medeni Kanununun 163. maddesi hükmüne göre boşanma sebebi olabilmesi için suç teşkil eden eylemin evlendikten sonra işlenmiş olması gerekir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden tarafların, davalının işlediği suç tarihinden sonra evlendikleri anlaşılmaktadır. Bu halde; Türk Medeni Kanununun 163. maddesindeki boşanma kararı verilebilmesi için gerekli “işlenen suç nedeniyle diğer eş için birlikte yaşamanın beklenemez hale gelmesi” koşulu gerçekleşmediğinden mahkemece davacının davasının reddine karar vermek gerekirken; kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…’’ ( 2. HD. T. 23.02.2016, E. 2015/13025, K. 2016/3369)

Haysiyetsiz hayat sürme, kanun ifadesinden de açıkça anlaşılacağı üzere tek seferlik haysiyetsiz bir davranış yeterli değildir. Süreklilik gerekir. Randevu evi işletme, kumarbazlık, sürekli sarhoş gezme haysiyetsiz hayat sürme olarak kabul edilir.

  • ‘‘… Haysiyetsiz hayatın varlığından söz edilebilmesi için; yaşanılan toplumun değer yargılarına ters düşen namus, şeref ve haysiyet gibi kavramlarla bağdaşmayan bir hayat biçimini benimsememek ve devamlılık arz edecek şekilde yaşamış olmak gerekir. Öğretide haysiyetsiz hayata örnek olarak ve “genel ev çalıştırmak, muhabbet tellallığı yapmak, ayyaşlık, kumarbazlık, esrarkeşlik, doğal olmayan cinsel ilişki, evli bir kadının bir başkasıyla aşk hayatı yaşaması vs. gibi” gösterilmektedir. Bu itibarla haysiyetsizce hayatın bir unsuru toplumun değer yargılarıyla bağdaşmayan, toplumca hoş görülmeyen ve ayıplanan davranış, diğer unsur ise bu davranışların devamlılık arz etmesi, bu şekilde davranışın bir hayat biçimi olarak benimsenmiş olmasıdır.’’ ( 2. HD. T. 05.10.1992, E. 8579, K. 9036)

Her iki durum bakımından da boşanmaya sebep teşkil etmesi için aranan diğer şartlar da şu şekildedir:

  • Diğer eş için birlikte yaşamak bu durumlar nedeniyle çekilmez hale gelmiş olmalıdır. Bunun takdirini ise hakim verir.
  • Dava herhangi bir hak düşürücü süreye bağlanmamıştır. Dava her zaman açılabilir.
TERK (TMK 164)

Terk mutlak bir boşanma sebebi olduğundan aşağıdaki şartların gerçekleşmesi ile birlikte hakim evlilik birliğinin sarsılmış olup olmadığına bakmaksızın boşanmaya hükmeder:

  • Terk eyleminin boşanma sebebi teşkil etmesi için eşlerden birinin evlilikten doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek amacıyla gerçekleştirilmesi gerekir.
  • Eşlerden birinin ortak hayatı terk etmesi birden fazla şekilde olabilir:
  • Yukarıda bahsedildiği gibi haklı bir nedeni olmaksızın evlilik birliğinin gerekliliklerinde kaçınarak ortak konuttan ayrılmak terk için gereklidir.
  • Bunun yanında başta haklı bir nedenle mesela iş için ortak konuttan ayrılan eş haklı neden ortadan kalktıktan sonra da konuta dönmemiş olabilir.
  • Diğer eş ortak konutu terke zorlayabilir ya da haklı neden olmaksızın ortal konuta dönmeyi engelleyebilir.
  • Terk için belli bir süre öngörülmüştür. Boşanmanın terk nedenine dayandırılabilmesi için terk halinin en az altı ay sürmüş olması gerekir. Dava açmak için ise bir üst süre verilmemiştir.
  • Son olarak terkin en az dört ay sürmesi üzerine terk eden eşe hakim ya da noter tarafından ihtarname gönderilmeli ancak eş buna rağmen iki ay daha eve dönmemelidir. İhtarda 2 ay içinde dönmemenin sonuçlarından da bahsedilmelidir.
  • ‘‘(…) Önemle vurgulanmalıdır ki, burada “terk eden eş” kavramına sadece evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk eden veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmeyen eş girmemekte; yasanın açık hükmü gereği bu kavram diğer eşi terke veya dönmemeye zorlamakla terk etmiş sayılan eşi de kapsamaktadır. Öyle ise, sadece eşi evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla kendisini terk eden veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmeyen eş değil, eşi tarafından terke zorlanan veya ortak konuta dönmesi engellenen eş de “terk edilen eş” kavramına girmektedir. Zira yasa, diğerini ortak konutu terke zorlayan veya haklı sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eşin de terk etmiş sayılacağını açıkça düzenlemiş ve davaya hakkı olan eş kavramına yer vererek bu eşe de terk edilen sıfatıyla dava açma hakkı getirmiştir. Nitekim öğretide de ortak konutta birlikte yaşayan eş, evden kovulmuş veya fiilen evden ayrılmaya zorlanmışsa, terk eden eş evden ayrılan eş değil, ayrılmaya zorlayan eş olarak kabul edilmektedir (Köseoğlu, Bilal-Kocaoğlu, Köksal: Aile Hukuku ve Uygulaması-Bilimsel Görüşler ve Yargı İçtihatları, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Ankara Ekim 2009, s. 42). O halde, terke zorlayan veya eve dönmeyi engelleyen eşin, terk nedeniyle boşanma davası açma hakkı bulunmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu sonucun, yasanın konuluş amacına da uygun olduğu anlaşılmaktadır. Aksine görüşün kabul edilmesi halinde, evden kovulan veya fiilen ayrılmaya zorlanan eşin karşısında, haksız konumda bulunan eşe, boşanma davası açma hakkının tanınmasının, hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Durum bu olunca; maddede “davaya hakkı olan eş” deyimini “terk edilen eş” olarak anlamak ve bu eşin dava hakkı bulunduğunu kabul etmek gerekir.’’ ( HGK, 2013/1688 E.  ,  2015/1032 K. ,13.03.2015)
AKIL HASTALIĞI (TMK 165) 

Akıl hastalığı kusura dayanmayan, diğer eş için evlilik birliğini çekilmez hale gelmesi aranan, nisbi bir boşanma sebebidir ve şartları şu şekilde sıralanabilir:

  • Akıl hastalığının ne zaman başladığının önemi yoktur. Önemli olan boşanma davası açıldığı zaman var olmasıdır. Meğerki evliliği mutlak butlanla sona erdirecek evlenmeye engel bir akıl hastalığı olsun.
  • Hastalığın iyileşmeyeceği resmi sağlık raporuyla sabit olmalıdır. Hastalığın iyileşebilir olması, bu sebepten dava açılmasına engel teşkil eder
  1. Boşanmanın Genel Sebepleri
EVLİLİK BİRLİĞİNİN TEMELDEN SARSILMASI (TMK 166)

Eşlerden ortak hayatlarını sürdürmeleri kendilerinden beklenilemeyecek derecede temelden sarsılan evliliklerde bu durum boşanmaya sebep teşkil eder. Bu sebebin varlığı ise hakimin takdirindedir. Her iki tarafın da kusursuz olduğu hallerde dahi bu sebebe dayanılarak boşanma davası açılabilir; ancak kusurun varlığının ilerde belirtileceği üzere dava sonucunu etkilemesi mümkündür. Bu davanın açılması için;

  • Evlilik birliği temelden sarsılmış olmalıdır. Uygulamada bu durum en çok şiddetli geçimsizlik olarak anılsa da her zaman bu şekilde olmayabilir. Örneğin kazaya uğrayan ve sakat kalan eş, diğer eş boşanmak istemese de bunu bir onur meselesi haline getirmiş olabilir.
  • Evlilik birliğinin temelden sarsılması en azından eşlerden biri için ortak hayatı çekilmez kılmalıdır. Hangi durumların buna yol açtığı konusunda mahkeme kararları ve doktrin yol göstericidir:
  • ‘‘Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davacı kadının eyleminin sadakatsizlik boyutuna varmayan güven sarsıcı davranış olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca davalı erkeğin makul bir sebep olmaksızın çocuk istemeyerek kusurlu olduğu sabittir. O halde, güven sarsıcı davranışta bulunan ve kıskanç olan davacı kadın ile şans oyunları oynayan, aile bütçesini iyi yönetemeyen ve çocuk istemeyen davalı erkek boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurludur. Bu husus gözetilmeden davacı kadının ağır kusurlu kabul edilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.’’ ( 2. HD 02.12.2019, 2019/4035 E., 2019/11741 K. )
  • ‘‘Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davalı-karşı davacı erkeğin eşini "Sen ancak benim paramla varsın, sen ben yoksam hiçsin" diyerek aşağıladığı ve eşine yönelik süregelen fiziksel şiddetinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda davacı-karşı davalı kadının evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK m. 166/1) hukuki sebebine dayalı boşanma davasının ispatlandığının kabulü gerekir.’’
  • “Mahkemece davacı erkeğin, uyuşturucu madde kullandığı, aşırı alkol tükettiği ve bunların etkisinde kalarak kadına hakaret ettiği, davalı kadının da erkeğe, hakaret ettiği ve bu nedenle davacı erkeğin ağır kusurlu olduğu gerekçesi ile boşanmaya karar verilmiş ise de(…). Evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda davacı erkeğin tamamen kusurlu olduğu anlaşılmaktadır.’’
  • “Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden davalının eşinin asgari yaşam olanaklarına sahip bir konut da oturma konusundaki isteğini karşılamada yeterli çabayı sarfetmediği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya (TMK.md. 166/1)karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır..”
  • Bunlar dışında kusur olmaksızın tehlikeli bir hastalığa tutulma, yaş farkı, din ve milliyet farkının bulunması, eşler arasında yaşanan cinsel problemler de çeşitli kararlarda evlilik birliğini temelden sarsan sebepler olarak kabul edilmişleridir.
  • Kanun koyucu, davalıya kusur ileri sürülerek davaya engel olma hakkı tanımıştır. Açık kanun metninden de anlaşılacağı üzere kusur defini ileri sürecek davalının hiç kusurunun olmaması aranmaz.
  • Unutulmamalıdır ki davalının bu defi hakkını kötüye kullanması yani davayı uzatmak ya da çıkar sağlamak amacı ile kullanırsa hakim davacı daha kusurlu olsa dahi boşanmaya karar verebilir.
ANLAŞMALI BOŞANMA

Eşlerin karşılıklı olarak boşanma hususunda anlaşmış olmaları, evlilik birliğinin temelden sarsıldığına ve boşanma sebebiyetine dair bir faraziye oluşturur. Burada tarafların kusurları, deliller ve sair hususlar aranmaksızın tarafların ortak iradeyle boşanmaya karar vermiş olmaları ve aşağıda aranan şartlar dahilinde bir boşanma protokolü hazırlayarak boşanmanın maddi-manevi sonuçları hususunda ortak fikir birliğine varmış olmaları, boşanma kararı vermek için yeterli sayılmıştır. Anlaşmalı boşanma için aranan ek şartlar şu şekildedir:

  • Evlilik en az bir yıl sürmüş olmalıdır.
  • Eşler ya birlikte mahkemeye başvurmalı ya da bir eş, diğerinin açtığı boşanma davasını kabul etmelidir.
  • Bu boşanma davasında TMK madde 184 b. 3’te belirtilen hakimin tarafların ikrarı ile bağlı olmadığına ilişkin kural uygulanmaz.
  • Anlaşmalı boşanmada hakim tarafları bizzat dinlemelidir. Hakim tarafların en az birinin iradesini serbestçe açıklamadığına karar verirse davayı reddeder. Burada taraflar, vekille temsil ediliyor olsalar dahi duruşmaya bizzat iştirak ederek mahkemeye sunulan anlaşmalı boşanma protokolünü kabul ettiklerini ifade etmelidir.
  • Taraflar evliliğin mali sonuçlarına ve çocukların durumuna ilişkin bir anlaşma yapmalı ve yapılan anlaşma zapta geçirilmelidir. Hakim tarafların ve çocukların menfaatine düzenlemelerde bulunabilir.
  • ‘‘Uygulamada anlaşmalı boşanma olarak adlandırılan madde hükmüne göre en az bir yıldan fazla bir süreden beri evli olan tarafların mahkeme huzurunda boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkında yaptıkları düzenlemeler hakkında serbest iradelerinin uyuşması ve hâkimin bu düzenlemeyi onaylaması hâlinde mahkemece boşanma kararı verilebilmektedir. Madde metninde geçen "boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hakkındaki düzenlemelere" ilişkin olarak taraflar mahkemeye bir protokol sunabilecekleri gibi, belirtilen tüm bu hususlarda mahkemeye sözlü olarak da beyanda bulunabilirler. Ancak ikinci durumda sözlü beyanın zapta geçirilmesi ve taraflarca imzalanması gerekir (Akıntürk T: Türk Medeni Hukuku Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s.271).’’

 ( Yarg HGK 2017/1895 E.  ,  2019/630 K., 30.05.2019 )

ORTAK HAYATIN KURULAMAMASI YA DA FİİLİ AYRILIK

Kanun koyucu, sadece ortak hayatın kurulamamasını yeterli görmemiş ve boşanmaya karar verilebilmesi için bazı şartlar aramıştır:

  • Daha önce herhangi bir nedenle açılan boşanma davasının reddedilmiş olması
  • Boşanma talebinin kesinleşmiş reddi kararının üzerinden 3 yıl geçmiş olmasına rağmen her ne sebeple olsun bu süre zarfında kesintisiz bir şekilde ortak hayatın kurulamaması
  • Eşlerden herhangi birinin yeni bir boşanma davası açmış olması
  • Eğer terk etmenin tüm şartları gerçekleştiyse bu üç yılın geçmesi beklenmeksizin dava açılabilir.
  • ‘‘4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 166/4. Maddesi (…) gereğince boşanmakararı verilebilmesi için ilk koşul, reddedilen bir boşanma davasının bulunmasıdır. Bu davalarda reddedilip kesinleşen ve boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan bir davaya dayanılabilir. Ret kararının kesinleşmiş olması dava şartı olup, mahkemece kendiliğinden dikkate alınmalıdır. İkinci koşul, ret kararının kesinleşmesinden sonra ortak hayatın yeniden kurulamamış olmasıdır. Hemen belirtilmedir ki, ortak hayatın kurulması ile kastedilen, evlenmenin genel hükümlerinde tanınan hakların kullanılması ve yükletilen görevlerin yerine getirilmesini üstlenecek şekilde eşlerin bir araya gelmesidir. Yargıtay içtihatlarında da benimsendiği üzere çocukların ihtiyaçlarını karşılamak, ölüm, düğün gibi haklı sebeplerin gerektirdiği hâller için bir araya gelmek, TMK'nın 166/4. maddesi kapsamında ortak hayatın yeniden kurulduğu anlamına gelmez. Üçüncü koşul ise ret kararının kesinleşmesinden sonra üç yıllık bir sürenin geçmesidir. Bu süre kesintisiz olmalı ve hâkim tarafından resen gözetilmelidir (Öztan, B: Türk Medeni Kanunu'na Göre Evliliği Sona Erdiren Sebepler, Özellikle Boşanma, Prof Dr. Turgut Kalpsüz'e Armağan, s. 727). 4721 sayılı TMK'nın getirdiği bir yenilik olarak karşımıza çıkan bu madde uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için mahkemece kusur araştırması yapılmasına gerek bulunmadığı gibi boşanma kararı verilmesini isteme hakkının sadece davacıya değil davalıya da tanındığı madde metninden anlaşılan diğer bir husustur (Öztan, s.727). TMK'nın 166/4. maddesi koşulları değerlendirilirken TMK'nın 185. maddesi hükmünün de dikkate alınması gerekmektedir. Sözü edilen madde uyarınca " Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar". Bilindiği üzere eşler, ortak bir hayat kurmak amacıyla evlenirler. Bunun doğal bir sonucu olarak aynı çatı altında yaşamak durumundadırlar. TMK'nın 185. maddesinin 3. fıkrası da, eşlerin birlikte yaşamalarını hüküm altına almıştır. Ancak bazı durumlarda eşlere ayrı yaşama hakkı tanınmıştır. Şöyle ki; boşanma ve ayrılık davası açılması ile eşlerin birlikte yaşama zorunluluğu olmadığı gibi, herhangi bir boşanma davası olmadığı hâlde TMK'nın 197. maddesi uyarınca “Eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir”. Sayılan bu durumlar dışında birlikte yaşama eşler için hem hak hem de bir yükümlülük olup bunun aksini iddia eden ispatla mükelleftir..’’ ( HGK 2017 / 1286 E. , 2019 / 142 K. , 14.02.2019)

KAYNAKÇA: Prof. Dr. Mustafa Dural, Prof Dr. Tufan Öğüz ve Prof. Dr. Mustafa Alper Gümüş’ün Türk Özel Hukuk Cilt III Aile Hukuku, 2016 , İSTANBUL ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile ilgili içtihat esas alınmıştır.

EKİBİMİZLE TANIŞINEKİBİMİZLE TANIŞIN

Bülten Aboneliği

Son Gelişmelerden Haberdar OlunSon Gelişmelerden Haberdar Olun


İLETİŞİM

GÖNDER